Kokteyl
Hadi şimdi sırada kokteyl molası var. Kokteyller veya karıştırılarak hazırlanmış bütün içecekler için şunu diyebiliriz: “tadı güzel” veya “tadı çirkin”. Çok basit ama doğru. İçkinizi farkına varmadan bitiriyorsanız, bu iyi bir içecektir; bitiremiyorsanız, kötüdür.
Kokteyl çeşitli içkilerin veya meyve sularının karıştırılarak oluşturulan karışık içkilere denir. Kelime, İngilizce cocktail yani horoz kuyruğu sözünden gelir. Özellikle viski, cin, votka, rom, tekila gibi içkilerin kendine has kokteyleri bulunur.
Mutfağımızda bulunan meyvelerden ya da reçel, marmelat, içecek tozu gibi değişik malzemelerden yapılabilir.
Biraz Bilgi
Platon, görsel sanatlar konusunda bilgili olduğunu açıkça dile getirir (hatta kendisinin sanatçı olarak eğitildiğini savunan bir gelenek bile vardır), ama “Sanat nedir?” sorusuna asla gerçekten atıfta bulunmaz. Muhtemelen bu soru onu, bizi ilgilendirdiği kadar ilgilendirmiyordu. Hatırlayacak olursanız, o dönemde sanat yüce bir şey değil, daha ziyade bir tür zanaat olarak görülüyordu; statüsü hiç de yüksek değildi, hatta Platon’a göre yöntemleri, bir hayli kuşkuluydu.
Aslında çağdaşları gibi, Platon da, bizim “sanat” anlayışımıza tekabül eden bir şey söylememiştir. Eski Yunanca’da buna en yakın sözcük tekhne’dir ve olsa olsa, bizim “teknik” fikrimizle mukayese edilebilir. Platon, “tekhne”yi kasıtlı, bilinçli ve belli bir niyete dayalı bir edim olarak kabul eder; başka bir deyişle, şeylerin bilinçli bir itici kuvvet olmaksızın meydana geldiği –şeylerin basitçe gerçekleştiği- doğada (yani, physis’te) gerçekleşenden çok farklı bir şey olarak görür.
Ama Platon tekhne etrafında sanatsal kavramlar, anlayışlar inşa etmektense, mimesis terimini tercih eder. Mimesis tam da doğayı kopyalama anlamında “taklit etme”ye tekabül eder; ama Platon’a göre, doğada göründükleri haliyle şeyler, gerçek kimliklerinin, özlerinin salt yansımasıdır, sadece. Platon, evrensel özler olduğuna inanır ve bunları, Doğru, İyi, Güzel vb. olarak adlandırır. Bu evrensel özler, maddi olmamakla birlikte, diğer fenomenleri ölçüp biçerken, değerlendirirken temel aldığımız nihai gerçekliği oluştururlar. PIaton, şeylere ilişkin hiyerarşik bir şema oluşturduğu için, her şey biçimlerin alanına (Doğru, İyi, Güzel) yakınlığına bağlı olarak yükselen veya alçalan bir sırada düzenlenir. Bir imgeyle son bulan mimesis, nihai alana nadiren dahil olsa da, onu yansıtır. Bu nedenle, gerçekleşen şey, bir temsil işi olmakla birlikte, mutlak varoluştan uzaktır: bir fikir ileri sürme, bir anlam çıkarma, bir çağrışım, bir gölgelemedir. Bu tür bir dil, özellikle de “gölge” sözcüğünün kullanılması, sonunda sanat teorisini ortaya çıkaracaktır. Esasen bir sanat yapıtında zerre gerçeklik yoktur.